9/21/2013

Geri Değil İleri Dönüşüm



Doğal kaynakların sonsuz olmadığı ve dikkatli kullanılmadıkları müddetçe yok olacaklarını göz önünde bulundurarak yola çıkan geri dönüşüm girişimi, yeniden değerlendirilme imkanı olan atıkların çeşitli fiziksel ve kimyasal işlemlerden geçirilerek ikincil hammaddeye dönüştürülmesi sonucu tekrar üretim sürecine dahil edilmesini ve bu sayede hammadeye olan ihtiyacın azaltılmasını içeriyor. Başka bir deyişle, herhangi bir şekilde kullanılarak kullanım dışı kalan geri dönüştürülebilir atık malzemelerin çeşitli geri dönüşüm yöntemleri ile hammadde olarak tekrar imalat süreçlerine kazandırılması.

Daha önce birçok kez bahsettiğimiz geri dönüşümün doğaya verdiğimiz zararı azaltmadaki etkisi tartışılmaz. Kullanılmayan eşyaların geri dönüşümüne gelmeden, satın alma eyleminden önce atılacak olan en önemli adım olan “precycling”den de bahsetmiştik. Precycling’e göre alışverişe çıkmadan önce ihtiyacımız olan ürünlerden hangisinin daha az atığa neden olacağını düşünerek işe başlıyoruz. Bu yolda, elde olan opsiyonlardan hangilerinin diğerlerine göre daha az kirlilik yaratarak çevreye olan zararı azalttığını belirlemek, alışverişte plastik torba kullanmamak için yanımızda kendi bez torba veya filemizi götürmek, ve ambalaj atığını en aza indirmek gibi adımlar atılıyor. Genel olarak bir şeyi satın alırken gerçekten ihtiyacımız olup olmadığını iyice tartmak, belki bir gün lazım olur ihtimali ile hayatımızı gereksiz ürünlerle doldurmamak precycling anlayışının temelini oluşturuyor.

Gelelim bugünkü konumuza... Precycling ve geri dönüşüm sürecinin karşılığı olan “recycling”den sonra, Türkçe’de “ileri dönüşüm” olarak geçen “upcycling”i öğrenmemizin vakti geldi de geçiyor bile. Sürdürülebilirlik kavramı ile hayatımıza giren bu üç adım – precycling, recycling, ve upcycling – bir araya geldiği zaman neden olduğumuz atık miktarını sıfırlamak ve doğal kaynaklarımızı korumak mümkün. Gelin, upcycling’i daha yakından tanıyalım...

Upcycling, kullanım sürecinin sonuna geldiğine inandığımız için atılacak durumda olan eşyaların geri dönüşüm yerine, orjinal amaçlarından farklı bir şekilde yeniden düzenlenip, çevreye zarar vermeden değer kazandırılarak tekrar kullanıma koyulmasını içeriyor. Upcycling’i geri dönüşümden farklı kılan en büyük özelliği, işlem sonrası elde edilen eşyaların kalitesinin, en az orjinal eşyanın kalitesi kadar yüksek olması. Oysa geri dönüşüm sonrası elde edilen çoğu eşya, başta kullanılan malzemeler kadar kaliteli değildir.

Örneğin, geri dönüştürülen plastik şişeler, bu işlem boyunca plastiğin içine kimysalların sızma riskinden dolayı bir sonraki kullanımlarında genellikle yiyecek ve içecek saklamada kullanılan plastik olarak değil, insan sağlığı açısından daha az teklikeli amaçlar için kullanılırlar. Ancak geri dönüşüm, bu malzemelerin eninde sonunda atık olmasını engellemek yerine, kaçınılmaz sona varmadan sadece aradaki zamanı uzatır.

Eskiyen kıyafetlerin toz bezi yapılması ve çalışma yerlerinde kullanılan beyaz kağıtların tuvalet kağıdına dönüştürülmesi işlemlerinin ortak noktası nedir? Kullanılmış eşyaların yeniden amaçlandırma yolunda daha az kalitede olan ürünlere dönüştürülmeleri! “Downcyling” adı verilen ve dönüştürülen eşyaların hızlı bir şekilde atık olmasını engelleyemediği için çok da tercih görmeyen bu işleminin tam tersi olan upcycling, malzemenin sonraki kullanımı için kalitesini bozmadan kullanıma sunduğu için atık olmasını da tamamen engelliyor.

Eşyaların karakteristik değeri bozulmadan farklı amaçlar için kullanılarak değer kazanmasına en güzel örnekler eski lastiklerin yaşam alanlarında yeşilliği sağlamada saksı olarak kullanılması, eski şarap şişesi mantarlarının yapıştırılarak banyo halısı yapılması, ve daha nice atık gıda paketlerinin vazodan çerçeveye kadar geniş bir yelpazesi olan dekoratif ürünlere ve mobilyalara dönüştürülmesi...

Bu alanda başarı gösteren şirketlerden TerraCycle, Amerika ve Avrupa’dan sonra şimdi Türkiye’de atıkları toplayarak sadece çevre bilincinin yayılmasını sağlamıyor, aynı zamanda atıkların ileri dönüşümünü mümkün kılarak insan nüfusunun artışı ile paralel olarak artan tüketimin doğa üzerindeki zararını azaltıyor. Atıkların doğada kendiliğinden bulunan bir oluşum değil, insanlar tarafından üretildiğini vurgulayan TerraCycle’a göre atık fikri üç adımda ortadan kaldırılabilir: Atıkların seçimi, toplanıp gönderilmeleri, toplanan atıklardan çözüm ve fayda üretimi. Çeşitli yiyecek ve içecek paketlerinden diş fırçası, diş macunu tüpü, diş macunu kapağı, ve diş ipi kutusu gibi ağız bakım ürünü atıklarına kadar herşeyi kabul eden şirkete, terracycle.com.tr adresinden üye olarak nakliye masrafları da dahil olmak üzere herhangi bir ücret ödemeden atık göndermek mümkün.

Özellikle geri dönüşümün tam anlamıya gerçekleşmediği ve çöp toplama sıkıntılarının sıklıkla yaşandığı ülkemizde, yaşadığınız alanlardaki çöp fikrini tamamı ile ortadan kaldırmak istiyorsanız, ileri dönüşüm girişimleri ile kendi çözümlerinizi yaratabilirsiniz! Malzeme, yani çöp hazır, tek ihtiyacınız olan biraz yaratıcılık! Onun için de internetten yararlanabilir, birbirinden zevkli ürünlerin yaratıcısı olabilrsiniz...


Çise Ünlüer (22 Eylül 2013)
ciseunluer@gmail.com

9/15/2013

Jeotermal Enerji



Yenilenebilir enerji denince akla ilk gelen kaynaklar güneş ve rüzgar olsa da, insanoğlunun doğal yaşam sürecinin devamının sağlanmasında büyük rol oynama potansiyline sahip bir diğer enerji kaynağı da jeotermal enerjidir. Yer anlamına gelen “jeo” ile ısı anlamına gelen “termal” kelimelerinin bir araya gelmesi ile oluşan jeotermalın esas kaynağı, yer kabuğunun farklı derinliklerinde birikmiş ısının oluşturduğu, kimyasallar içeren sıcak su, buhar ve gazlardır. Bu kaynaklardan doğrudan veya dolaylı yollardan elde edilen jeotermal enerji, en temiz enerji kaynağı olarak biliniyor. Yenilenebilirlik özelliği ile gelen sürdürülebilir, tükenmez, ve çevre dostu olmasının yanında düşük maliyetli ve güvenilir olması jeotermal enerjiyi çekici kılıyor.

Jeotermal enerji, bugün dünyanın birçok yerinde elektrik enerjisi üretimi, merkezi ısıtma ve soğutma, sera ısıtması ve soğutma, proses ısı temini, çeşitli endüstriyel amaçlı işlemler, termal turizmde olmazsa olmazı kaplıcalar, mineral su üretimi, ve farklı kimyasal maddelerin ve minerallerin elde edilmesinde yaygın bir şekilde kullanılıyor. Yağmur, kar, deniz ve magma sularının yeraltındaki gözenekli ve çatlaklı kayaç kütlelerini beslemesiyle meydana gelen jeotermal rezervler, yeraltı ve reenjeksiyon koşulları devam ettiği süre yenilenebilir ve sürdürülebilir özelliklerini korur ve kısa süreli atmosfer koşullarından etkilenmez.

Jeotermal enerjinin insanlar tarafından bilinen geçmişi, M.Ö. 10000’lı yıllarda Akdeniz bölgesinde jeotermal akışkan kullanarak çanak, çömlek, cam, ve tekstil üretilmesine kadar dayanır. Romalılar ve Çinliler’in M.Ö. 1500’de doğal jeotermal kaynakları banyo, ısınma ve pişirme amaçlı olarak kullandıkları da bilinmektedir. 630 ylında Japonya’da yaygınlaşan kaplıca geleneğinden sonra 1200’lü yıllarda Avrupalıların enerji, mekan, ve su ısıtmasında jeotermal enerjiyi kullanabileceklerini keşfetmesi ile yaygınlaşır. Fransızların 1322 yılında doğal sıcak su ile evlerini ısıtmasını, 1800’lü yıllarda yerleşim birimlerinin yaygın bir şekilde ısıtılmaya başlaması takip eder. Aynı yıllarda Amerika’da kaplıca turizmi tercih görmeye başlar.

1841 yılında İtalya’nın Larderello bölgesinde yeni teknikler kullanılarak jeotermal kuyular açılmaya başlanır. Bundan yirmi yıl sonra Kaliforniya eyaletindek The Geysers bölgesindeki jeotermal kaynakları değerlendirmeye dönük tesislerin kurulması ile ABD’de hızla yaygınlaşan jeotermal enerji kullanımı, Kaliforniya ve Oregon başta olmak üzere farklı eyatlerlerde devreye sokulan yaşam alanı ısıtma sistemlerinden kaplıca merkezlerine kadar birçok farklı uygulamalarda kendini gösterir. Jeotermal enerjideki büyük potansiyelin farkına varan İtalyanlar, 1904 yılında ilk kez jeotermal buhardan elektrik üretmeyi başarır. 1930’larda İzlanda’nın büyük ölçekli merkezi ısıtma projelerini kurmaya başlamasını, İzlanda, ABD, Japonya ve Rusya'da jeotermal akışkanın üretimi ve daha sonra ilk kez süt pastörizasyonunda kullanımı takip eder. Geliştirilen teknolojilerde öncü adımlar atmaya başlayan ABD, 1945 yılında jeotermal ısıyı buzlanmaya karşı yer, hacim ve sera ısıtmacılığında; 1960’lı yıllarda da ticari elektrik üretiminde kullanmaya başlar. Ancak dünyanın ilk jeotermal elektrik santrali 1966 yılında Japonya’da kurulur.

Türkiye’de ilk jeotermal sondaj kuyusunun İzmir’de açılması 1963 yılını bulur. Bundan beş sene sonra Kızıldere, Denizli’de jeotermal alanın keşfedilmesiyle elektrik üretimi amaçlı ilk jeotermal kuyunun inşaatına başlanır. Seksenli yılların başında Türkiye'nin ilk, Avrupa'nın İtalya'dan sonra ikinci jeotermal enerji santrali, 20.4 MWe kapasiteyle yine Kızıldere’de hizmete girer. Türkiye'nin ilk jeotermal merkezi ısıtma sistemi ise 1987 yılında Balıkesir ve Kozaklı'da işleme açılır. Aynı yıllarda artık jeotermal enerjideki büyük potansiyelin farkına varan ABD’nin birçok eyaletinde, toplam kapasitesi 3000 MWe'e varan jeotermal elektrik santralleri kurulur, altın madenciliği ve mantar yetiştiriciliği gibi farklı alanlarda jeotermalden yararlanmaya başlanır. 1996’da Balçova, İzmir’de 15000 konut kapasiteli jeotermal merkezi ısıtma sisteminin devreye girmesi ile Türkiye jeotermal enerjide büyük bir adım atar. 2000 yılında tüm dünyada jeotermalden elde edilen elektrik üretiminin 8000 MWe'a, doğrudan kullanılan jeotermal kaynak miktarının 17000 MWt’a varmasında iyi bir rol oynayan Türkiye, jeotermalin elektrik dışı uygulamalarda dünyanın 5. büyük ülkesi olur. Bu noktada jeotermal enerji kaynakları açısından zenginliğinin farkına varan Türkiye, 2009 yılında ülkedeki en büyük jeotermal santral olan 47.4 MWe kapasiteli Aydın-Germencik Jeotermal Enerji Santrali'nin devreye alınmasını sağlar.

Yanma teknolojisi kullanılmadığı için sıfıra yakın emisyona neden olan; birçok farklı endüstri dahil olmak üzere sera ısıtması ve benzeri alanlarda çok amaçlı ısıtma uygulamaları için ideal şartlar sunan; rüzgar, yağmur, güneş gibi meteoroloji şartlarından bağımsız olarak kullanıma hazır bulunan; fosil enerji veya diğer yenilenebilir enerji kaynaklarına göre daha düşük maliyeti olan; arama kuyuları doğrudan üretim tesislerine dönüştürülebilen; yangın, patlama, zehirleme gibi risk faktörleri taşımadığından güvenilirlik sağlayan; diğer yenilenebilir veya fosil enerji kaynaklı türleri üretiminden farklı olarak tesis alanı ihtiyacı az olan; yerel niteliği nedeniyle ithalinin ve ihracı uluslararası kriz ve savaşlar gibi faktörlerden etkilenmeyen; kullanım rahatlığı sunan; verimli, temiz, ve çevre dostu olan jeotermal enerjinin düşündüren yanları da yok değil.

Bu alanda araştırma yapan bilim insanları, jeotermal sıvıda bulunan kimyasalların, hava, yüzey suları ve yer altı sularına karışarak insan, hayvan, ve tarımsal yaşamı riske atabileceğini öne sürüyor. Buna ek olarak, yerin derinliklerinde birikmiş ısı kaynaklarının oluşturduğu jeotermal enerjiyi elde etmek için gerçekleştirilen kazıların, çeşitli sismik sarsıntılar yarattığı da söyleniyor. Jeotermal alanlar ve çevrelerinde düşük ve orta şiddette meydana gelen depremler, enerji kaynaklarına yakın alanlar üzerindeki konut veya işyerlerinin gerekli kontrollerden geçmesi gerektiği anlamına geliyor. Buna göre, jeotermal kuyuların, etraftaki yerleşim yerleri için ısı elde edilmesi işlemine başlamadan önce en az birkaç ay test edilerek elde edilecek verilere göre kullanıma sunulması tavsiye ediliyor.


Çise Ünlüer (15 Eylül 2013)
ciseunluer@gmail.com

Şekersiz Sağlıklı Yaşam



Sağlıklı beslenmenin esas şartlarından biri hayatımızda şekere yer vermemek. Çünkü şeker gereksiz bir damak alışkanlığından öteye gitmez. Çünkü şeker zehirdir. Çünkü şeker mutlu değil hasta eder!

İki kere düşünmeden ağzımıza attığımız, hatta çocuklarımızın tüketmesine bile göz yumduğumuz şekerli draje ve sakızlar o kadar çok zararlı madde ile yüklü ki, birkaç yıl içerisinde sinir sisteminden sindirim sistemine vücuttaki birçok farklı noktaya zarar vermemeleri mucize olur. Özellikle marketlerde ödemek için kasa sırası beklerken gözümüze takıldığı için aldığımız, veya para üstü olarak verilen sakızlardan her durumda uzak durmak gerekir. Sakız çiğnemenin insan bünyesinde stresi hafifletmesi, iştah kontrolünü sağlaması, kalori yakımını desteklemesi,  tükrük salgısını arttırması ve sindirim sistemini rahatlatması gibi yararlarından faydalanmak istiyorsanız, katkısız ve doğal damla sakızlarını tercih edebilirsiniz.

Günün sonunda, tadları ne kadar çekici olursa olsun, kimse ne kendi ne de sevdiklerinin vücudunun katkı maddeleri, yapay gıda boyaları, ve türlü kimyasalla dolmasını istemez! Öncelikle, sevdiklerimize küçük yaştan itibaren en özel günlerde bile şeker yerine meyve, kızarmış yerine buharda veya fırında pişmiş yiyecekler vermekle işe başlayabilirsiniz. Unutmamak gerekir ki, çocukların doğru alışkanlıkları edinmesi için önce etrafta örnek aldıkları büyüklerin de sağlıklı beslenme alışkanlıklarını benimsemeleri gerekir.

Gününüzün büyük bir bölümü bilgisayar başında veya çoğunlukla oturarak geçiyorsa, yemek aralarında atıştırmak için tatlı veya tuzlu gıdalar yerine çalışma ortamında kolaylıkla hazırlanabilecek meyve ve sebzeleri tercih edebilirsiniz. Örneğin yıkanıp taze tüketilen kereviz veya havuç gibi sebzeler veya ülkemizde yetişen organik meyveler ara öğünler için ideal.

Vücudunuzdaki kanda dolaşan şeker miktarı arttıkça daha yaşlı göründüğünüzü biliyor muydunuz? Tüm bu girişimleriniz, size sadece sağlıklı bir bünye halinde değil, kısa sürede daha genç gözükecek bir cilt olarak da geri dönecek! Ancak sağlıklı yaşam için atılacak adımlar günlük şeker miktarının kısıtlanması ile sınırlı değil. Bu yolda günlük yaşamınızda uygulayabileceğiniz küçük ve kolay çabalar biraraya geldiği zaman büyük ve etkili değişimleri mümkün kılacak.

Yeterli ve dengeli beslenmek için her gün farkı çeşitlerden oluşan baklagiller, bol lifli tahıllar, meyve ve sebzeleri içeren öğünleri atlamadan tüketebilirsiniz. Sağlıklı yaşam ve düzenli beslenmeyi yaşam koşullarınıza uygun aktivitelerden oluşan istikrarlı bir egzersiz programı ile pekiştirebilir, vücudunuzun genç ve zinde kalabilmesi için uyku düzeninizi ayarlayabilirsiniz. Özellikle yaz aylarında popüler olan bronzlaşma isteğinden vazgeçip uzun saatler güneş ışınlarına maruz kalmamakta yarar var.

İnsan yaşamı için oksijenden sonra en önemli öğenin su olduğunu unutmadan, vücut ısınızı dengeleyen, metabolizmanın düzenli çalışmasını mümkün kılan ve vücuttan zehirli atık maddelerin atımasını sağlayan suyu günde 2-2.5 litre olacak kadar tüketin. Her gün açık havada yürüyüş yapmak, sevdiklerinizle keyifli vakitler geçirmek, hayatınızda stres yaratan yüklerden bir bir kurtulmak da sizi daha mutlu ve dolayısı ile daha sağlıklı kılacak.

Son olarak evinizde rahatlıkla hazırlayabileceğiniz ve kanser dahil farklı rahatsızlıklardan koruyarak ömrünüze ömür katacak iki farklı kürden bahsetmek istiyorum. Kürlerden ilki, bağışıklık sistemini güçlendirmesi ile bilinen ve yüksek miktarlarda C vitamini ve etkili bir antioksidan olan “likopen” içeren domates içeriyor. Kullanacağınız domateslerin mevsiminde yetiştiklerinden ve hormonsuz olduklarından emin olmakta yarar var. Önceden mutfak robotunda kabukları ile parçalanan 2 adet domatesi, 1 kaşık zeytinyağı ve önceden havanda dövülmüş bir diş sarmısakla düşük ateşte birkaç dakika ısıtarak her gün tüketebilirsiniz.

İkinci kürün esas içeriği ise güçlü bir antikanser olan “sulforafan” içeren brokoli. Brokoliden en etkili şekilde yararlanmak için çiğ olarak, olmazsa da haşlamak yerine kısa süre buharda pişirilerek tüketilmesi tavsiye ediliyor. Kürün hazırlanması, sarmısağın önceden dövülmüş şekilde, orta boy bir brokoli ve bir limon suyu ile mutfak robotunda karıştırılmasını ve birkaç dakika bekletildikten sonra tüketilmesini içeriyor.

Çise Ünlüer (8 Eylül 2013)
ciseunluer@gmail.com

 
YEŞİLE DÖNÜŞ | ÇİSE ÜNLÜER | GREEN IT