Kısa bir süre önce Soma’da yaşananların da bize bir kez daha hatırlattığı gibi kurallara uygun yönetilmeyen enerji kaynaklarının trajediden başka bir sonucu olacağını düşünmek kendimizi kandırmaktan başka birşey değil. Akkuyu nükleer santralinin taşıdığı yüksek riskin farkında olan halkımız, çeşitli sosyal medya platformları üzerinden “Akkuyu’da Nükleer Bombaya Hayır” başlığı altında kurdukları gruplar sayesinde bir araya gelerek sesini duyuruyor.
Karar alma sürecinde Kıbrıs halkının da söz hakkı olması gerekirken hükümetten umulan desteğin gelmemesi ile kurulan “Nükleere Hayır Platformu”, yaklaşık 30 farklı sendika, çevre örgütü, dernek, oda, vakıf, ve birlikten oluşuyor. Platform, olası bir kazada Kıbrıs halkının en çok etkileneceklerin başında geldiğini vurgulayarak, Türkiye’de nükleer enerji gerçeklerinin farkında olan gruplarla iletişim halinde çalışıyor. Bugün Türkiye’de Mersin ve İzmir başta olmak üzere birçok şehirde yapılan eylemeler, ülkemizde gerçekleşen çeşitli aktivitelerle destekleniliyor.
Bu bağlamda yakın hedeflerden biri hükümetin de bu sürecin içinde olması koşuluyla Akkuyu NGS konusunun Bakanlar Kurulu ve meclis gündemlerinde yer alması için gereken adımların atılması. Bu sayede yirmiden fazla milletvekilimizin net bir şekilde Akkuyu’da kurulacak olan nükleer santrale karşı çıktığını ve bir kaza durumunda öncelikli olarak etkilenecek Kıbrıs’ın karar alma süreçlerine dâhil edilmesi gerektiğini düşündüklerini gördük. Karar verici olmamamıza rağmen öncelikli olarak etkileneceğimiz bu olayla ilgili gerekli hassasiyetin vurgulanması önemli. Dünya çapında tanınan bir ülke olmamamızdan dolayı hukuki olarak herhangi bir şikayetimizin uluslararası platformda kabul görmemesi, Türkiye hükümetine bu konuda görüşlerimizi belirtmemizi engellememeli.
Türkiye’nin komşularıyla arasında sorun çıkaracak olan nükleer santralin yapımından atıkların taşınmasına kadar tüm durumlarda olası kaza ve saldırılara karşı korumasız olmasının yanında mevcut güvenlik önlemlerinin de yetersiz olduğununu hatırlatmakta yarar var. Bu yolda tüm ilgili kurum ve kuruluşların yanında çevre derneklerini de nükleer enerji için karar alma süreçlerine dâhil etmek büyük önem taşıyor.
Gerçekçi bir yaklaşım için Türkiye’nin yakın ve ileri gelecekteki enerji ihtiyacının bugünkü doğal ve yenilenebilir kaynaklarını verimli bir biçimde kullanarak nasıl karşılanacağını gösteren bir projeksiyon ve detaylı bir çalışma yapılması duruma netlik getirecek. Özellikle rüzgâr ve güneş gibi yenilenebilir enerji kaynakları açısından zengin bir ülke olan Türkiye’nin bu fırsatları değerlendirmek yerine nükleer gibi tehlikeli ve geri dönülmez felaketlerle sonuçlanabilecek enerji kaynaklarına yönelmesi bu kararın tamamen siyasi olduğunu gösteriyor. Bu alanda çalışmalar yürüten uzmanlar, yeni kurulan nükleer santrallerin ağır sübvansiyonlara ihtiyaç duyduğunu belirterek, eski ve riskli bir teknoloji için yüksek miktarlı yatırımlar yapılmasının ekonomik açıdan da mantıklı olmadığını vurguluyor.
Tüm adamızın bugün “hayalet şehir” olarak bilinen kapalı Maraş bölgesi gibi olduğunu düşünün. Çünkü olası bir nükleer kazada karşı karşıya kalacağımız manzara bundan çok farklı olmayacak. Yaşanacak en basit bir elektrik kesintisinin neden olabileceği nükleer felakette yüzbinlerce insan ölebilir. Bölgede var olan ve gelecekte var olacak kuşakların da hayatını karartacak ölümcül hastalıklar yıllarca baş gösterebilir. Çok geniş bir çaptaki tarım ve turizm endüstrisi olduğu gibi çökebilir. Hatta reaktörlerin etrafındaki çok geniş bir alanda nükleer atıkların etkileri yüzyıllar sürerek ekolojik facialara neden olabilir, bugün doğası ile her göreni büyüleyen adamızda hiçbir yaşam şansı kalmayabilir...
Kıbrıs’ın doğa ve geleceğini korumak için vermemiz gereken mücadele ancak tüm halkın biraraya gelerek kesin bir karşı duruş sergilemesi ile başarıya ulaşacaktır. Şimdi hep birlikte ve her zamankinden çok daha güçlü bir şekilde emin adımlar atarak "Nükleere Hayır" deme vaktidir!
31 Mayıs 2015
Çise Ünlüer