1/25/2013

Sakin Şehir: Cittaslow



Her ne kadar çoğu zaman olumsuzlukları göze batsa da, ülkemizde güzel girişimlerin de olduğunu görmezden gelemeyiz. Bu hafta sizlere kentlerdeki yoğun yaşam karmaşasının içinde unutulan kültür ve yaşam tarzımızı esas alan vizyonuyla Yeniboğaziçi Belediyesi’nin gerçekleştirdiği Cittaslow-Sakin Şehir hareketinden bahsetmek istiyorum.

Ciddi anlamda bir insan hakları savunucusu olan Slow Food hareketinden geçen yıllarda bahsetmiştik. Bu hareketin merkezinde, toprağın sunduğu, insanoğlunun asırlar boyunca mükemmelleştirdiği lezzetlerin zevkine varmak, eşsiz lezzetlerin doya doya tadını çıkarmak geldiği gibi, hızlanan hayatı normal ritmine döndürerek yavaşlatmak hedefleniyor. Büyüklerimizin büyük emekler sarfederek günümüze kadar getirdikleri geleneksel lezzetlerimizi hiçe sayarak tat zevkimizi basitleştiren, yerel lezzetlerin giderek yok olmasına neden olan, amacı sadece para kazanmak olduğu için bu yolda gözü dönmüş bir şekilde önüne çıkan tüm engelleri kültür ve geleneklerimizi hiçe sayarak yok eden fast food şirket zincirlerleriyle mücadele eden Slow Food hareketinden ortaya çıkan Sakin Şehir hareketi, öğrenmeye değer!

KTMMOB Mimarlar Odası ile el ele veren Yeniboğaziçi Belediyesi, şehirlerden uzak sakin yaşam alanları yaratmak ve bu alanlarda ilaçsız tarım üretimini desteklemek için Cittaslow, yani Türkçe’de geçen hali ile Yavaş, Sakin Şehir hareketini başlattı. Aslında bu hareket, özellikle yoğun bir nüfusun bulunduğu Lefkoşa’da yaşanan çöp sorunu gibi doğayı ve devamlılığımızı etkileyen benzeri konularda çözüm getirmeyi hedefleyen bir umut ışığı...

Daha önce Cittaslow hareketini duymayanlarımız için biraz bahsedecek olursak... Cittaslow birliği, 1999 yılında dört küçük İtalyan kentinin belediye başkanlarının girişimiyle Slow Food hareketinin kentsel boyutlara taşınması kararı ile doğmuş. İtalyanca’da “şehir” anlamına gelen “citta” kelimesi ile İngilizce’de “yavaş” anlamına gelen “slow” kelimesinin birleşmesiyle ortaya çıkan Cittaslow’un mantığı aslında isminden de gayet net bir şekilde anlaşılıyor.

Cittaslow, bugün yaşadığımız en büyük sorunlardan yola çıkıyor. İnsanların kendi sağlıklarını ön planda tutarak, hava, gürültü, ışık ve elektromanyetik kirliliklerini kontrol altına almaları konusunda bilinçlenmelerini sağlıyor. Bu doğrultuda, çöp toplama saatlerinden ilaçlamaya, yerel üreticilerin desteklenmesinden al¬ternatif ve yenilenebilir enerji kaynaklarının teşvik edilmesine kadar birçok konuda gerekli önemler alınmasını öngörüyor.

Yerel kimliğini korumak isteyen ve nüfusu 50,000’in altında olan tüm yerleşim yerlerine uygulanabilecek olan bu girişimin kökleri 1986 yılında ortaya çıkan ve bugüne kadar binlerce üyesi ve binden fazla subesi olan Slow Food hareketine kadar uzanıyor. Dünyanın dört bir yanında baş gösteren küreselleşmenin etkilerini azaltmak ve bu şekilde şehirlerin doğal yapısının korunmasını ve doğa ile uyumlu bir yaşam tarzının benimsenmesini amaçlayan hareketin birçok destekçisi var. İtalya’da gittikçe  yayılan Cittaslow’u, bugün Güney Kore, Amerika Birleşik Devletleri, Çin, ve Fransa gibi dünyanın gelişmiş ve gelişmekte olan 24 farklı ülkesinde görmek mümkün. Türkiye’de ise Seferihisar, Akyaka, Gökçeada, Taraklı ve Yenipazar’ın ardından Vize (Kırklareli), Perşembe (Ordu) ve Yalvaç (Isparta) da, 2012’de İtalya’nın Novellara Kenti’nde düzenlenen Cittaslow Genel Kurulu’nda Sakin Şehir logosu aldı. 2013 Cittaslow Genel Kurulu’nun, üretici pazarları, kadın emeği evleri, peyzaj projeleri, e-belediye hizmetleri ve yerel yemekleriyle 2009 yılında Cittaslow Uluslararası Ağı’nın bir parçası olmayı başaran Seferihisar’da yapılması planıyor.

Ülkemizde de benimsenen bu hareketle, hem tarihi dokusu hem de doğal yapısını korumayı başarabilmiş kimlikleri ile Yeniboğaziçi ve Lefke’de karşılaşmak mümkün. Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi kendi geleneklerini, göreneklerini, yemeklerini, ve tarihsel kimliğini korumak için adım atan Yeniboğaziçi Belediyesi, güçlü ve zayıf olduğu noktalarını analiz ederek sahip olduğu şartlar ışığında bir strateji geliştirme yolunda ilerliyor. Çünkü bir bölgenin Cittaslow olabilmesi için, varolduğu  tüm alanlarda uyumu yakalaması, ve sakinlerine ve ziyaretcilerine zevk verecek yerel tat va zanaatları bünyesinde barındırması bekleniyor.

Bölgelerinin bu girişime uygun olduğunu düşünen girişimciler, denize yakın bölgelerde inşaatların artarak doğaya zarar vermesinden korkuyor. Bu ve benzeri girişimlere Cittaslow kriterlerine göre yaklaşan halk, geri kazanım teknikleri ve çevreci politikalar geliştirme, toprağın çevre dostu şekilde kullanılabilmesi için gereken altyapıyı kurma, genetiği değiştirilmiş gıdalardan arınmış organik ürünler üreten yerel üreticileri destekleme, gerçek konukseverlik değerlerini koruma, ve yeni nesillerin lezzet eğitimiyle tanışmasını sağlama yolunda emin adılmlarla ilerliyor.

Köklerimizin yattığı köyler geçmiş ve geleceğimizi yansıtıyor. Bu nedenle, ekilen tohumlarla geleceğimizin devamlılığını sağlayan, yavaş ve doğal yaşamın kaynağı köylerin önemini göz ardı etmeden hareket etmek gerekiyor. Çünkü çeşitliliğin hızla azaldığı, doğal ve sağlıklı besinlere erişimin nerdeyse imkansız olduğu bugün ve gelecekte, ihtiyacımız olan doğal yaşamı bize sunacak olan binlerce yıllık birikim ve zenginlikleriyle vazgeçilemez köylerimizdir.

Eğer siz de ülkemize ait değerlerin sadece eskilerin hatırlayabileceği kavramlar olarak kalmasını istemiyorsanız, Cittaslow hareketini biraz daha yakından tanımak için adımlar atın. Gelecek nesillerin de ülkemizde gelişen doğal güzelliklerin farkına varıp bunlardan zevk almasını sağlama yolunda önemli bir adım olan Cittaslow, hayal ettiğimiz geleceğin geçmişimizde saklı olduğunu bir kez daha gösteriyor.

Bugün aslında en doğal ihtiyaçlarımızdan olan gerçek gıdaya ulaşmak o kadar zor ki! Büyük şehirlerdeki marketlerde neye elinizi uzatsanız ya birbirinden tehlikeli hastalıklara neden olan tarım ilaçları ile yüklenmiş, ya da kanserojen etkisi bilimsel araştırmalarla kanıtlanmış GDO’lu! Bu durumda ne yediğimizden emin olmak, sağlıklı beslenmek, ve mevsiminde yemek büyük önem taşıyor. Bu nedenle, Cittaslow yolunda, biyoçeşitliliğimizi korumak, sürdürülebilir yaşamı ve yerel gıda sistemlerimizi desteklemek, ve gerçek gıdaya erişimi sağlamak için çalışan Yeniboğaziçi Yavaş Şehir Hareketi gibi gruplara destek olmak hepimizin yararına!


Çise Ünlüer (27 Ocak 2013)
ciseunluer@gmail.com

1/18/2013

Kış Ayları İçin Mutluluk Reçetesi



Her dört kişiden birinin kış depresyonu geçirdiğini biliyor musunuz?

Ülkemizde de soğuk geçen kış aylarında insan ister istemez kapalı havadan etkileniyor. Kış aylarının kasveti sizi de etkiliyor mu? Zamanınızın çoğunu evde uyuyarak geçirmek istiyor, enerji azlığı, yorgunluk ve baş ağrısı gibi bedensel ağrılarda bir artış mı yaşıyorsunuz? Ruhsal çöküntüye kadar gidebilecek olan bu durumun önüne geçmek istiyorsanız, eliniz dontoronuzu aramak için telefona, veya daha kötüsü ilaç kutularına gitmeden bir durun! Bir mutluluk reçetesi olarak da kullanabileceğiniz bu yazı size ilaç gibi gelecek.

Bu alanda yapılan araştırmalara göre depresyon, huzursuzluk, kızgınlık, ve kaygı durumları gibi olumsuz hisler kış aylarında en üst düzeyde yaşanıyor. Aslında sorunun en büyük nedenlerinden biri, ruh halinden bağışıklık sistemine kadar vücudumuzdaki birçok biyolojik işlemi kontrol eden serotonin seviyelerini artıran gün ışığının azlığı.

Tıp dilinde Seasonal Affective Disorder, yani SAD şeklinde geçen bu rahatsızlık, sabahları parlak ışık kaynağının algılanmaması ve beynin iç saatinin düzgün çalışamamasından kaynaklanıyor. Moral bozukluğu, karamsarlık, ve kolay dikkat dağılması gibi sorunlarla da gelen kış depresyonunu kontrol altına almak aslında bizim elimizde! Alacağınız çok basit önlemlerle, çevresel faktörlerden kaynaklanan bu değişikliklerden fazla etkilenmeden günlük hayatınıza devam edebilirsiniz...

Hangi mevsim olursa olsun, düzenli bir şekilde egzersiz yaparak sporu hayatımınız bir parçası haline getirmemizde yarar var. Hareketle birlikte istikrarlı bir kilo kaybı ve beden sağlığı elde edilebilir. Bununla birlikte, zaman zaman yaşadığımız stresle de baş etmek için ideal bir yöntem olan spor, vücutta mutluluğa neden olan hormonların salgılanmasını ve metabolizmanın çalışmasını hızlandırarak gün boyu enerjik hissetmemizde yardımcı olur.

Eğer sporla aranız yoksa, her gün en az yarım saat boyunca düzenli olarak yürüyüş yaparak bu eksikliği giderebilirsiniz. Bu aktivite zihni açmakla kalmayıp olumlu düşünceyi de sağlayacağından herhangi bir olası depresyonun önüne geçmekte büyük rol oynayacaktır. Her bir köşesi ayrı güzelliklerle dolu olan ülkemizde özellikle kış aylarında yapacağınız geziler ve doğa yürüyüşleriyle doğadan uzaklaşmamak en etkili çözümlerden!

İçimizi titreten soğuk havada her ne kadar da cazip görünse de, gereğinden fazla uyuma eğiliminden kurtulmaya dikkat etmek gerekir. Çünkü fazla uyku, halsizlik ve yorgunluğun yanında gittikçe artan bir depresyona neden olabilir. Bunun yerine gün boyunca ihtiyaca göre yapılan birkaç dakikalık şekerlemeler günün geri kalanının enerji dolu geçmesinde yardımcı olacaktır.

Yoğun bir günün ardından geriye baktığımızda kendimize nerdeyse hiç vakit ayıramadığımızı görüyoruz. Aslında kısa da olsa sadece kendinize ait, koşuşturmadan uzak birkaç dakika bile geçirmek, gerekli morali toplamanıza ve önümüzdeki günlere daha sağlıklı bakmanıza yardımcı olcaktır. Bu süreçte yoga ve meditasyon gibi dinlendirici aktivitelerin veya güzel bir kitabın etkilerini küçümsemeyin!

Hava kapalı olunca insanın içinden evden dışarıya çıkmak gelmeyebilir. Bu durum, gün ışığından yeterince faydalanmamamıza ve ister istemez gittkçe karamsarlaşmamıza neden olur. Bunun önüne geçmek için mümkün oldukça dışarıda vakit geçirebilir ve gidilen mekanlarda güneş ışığını iyi alan cam kenalarını tercih edebilirsiniz. Bu mekanlarda her anınızda yanınızda olmasını istediğiniz insanlarla daha sık görüşerek mutlu anılarınıza yenilerini ekleyin. Aynı şekilde mutsuz olmanıza neden olan karamsar insanlardan da uzak durmakta yarar var.

Günümüzü düzene sokmanın yanında geceleri uykumuzun gelmesinde de rol oynayan güneş ışığından mümkün oldukça yararlanabilmek için, bu ışığın bulunduğumuz mekanlara girmesini engelleyen tüm perde, pancur, ve pencereleri sabahın erken saatlerinden itibaren açmak önem taşır. Mevsim değişikliklerine bağlı olan moral bozukluklarının tedavisinde kullanılan yapay ışık kaynaklarını duymuşsunuzdur. “Işık kutuları” olarak da bilinen bu özel yapım araçlar, güneş ışığını andıran bir parlaklık sunarak bu eksikliği kapatmayı amaçlar. İhtiyacı olan kişilerin günde yaklaşık bir saat bu kutuların önünde oturması öneriliyor.

Her durumda olduğu gibi sağlıklı ve düzenli beslenmenin yararları tartışılmaz. Vücudumuza aldığımız gıdalar ruhsal durumumuzu ve vücuttaki enerji seviyelerini etkilediğinden, doğru beslenmeyle kış depresyonundan kurtulmak ve vücuda enerji kazandırmak mümkün. Örneğin, beslenme uzmanlarına göre ananas, muz ve patates gibi yiyecekler içerdikleri endorfin sayesinde vücudun mutluluk hormonu salgılamasını sağlar. Kemiklerin ve bağışıklık sisteminin güçlenmesinde büyük rol oynayan D vitaminine, özellikle yeterli miktarda gün ışığına maruz kalmadığımız günlerde kendimizi iyi hissetmek için de ihtiyacımız var. Yumurta, tuna, somon, süt ve yoğurt gibi bu açından zengin yiyeceklere yönelebilirsiniz.

Depresif hal durumunda gereğinden fazla tüketilen şeker ve karbonhidratlar, duygu dalgalanmalarına ve gereksiz iniş çıkışlara neden oluyor. Fazla alkol alımının da enerji seviyelerini azaltarak ruhsal çöküntüye neden olabileceğini unutmamak lazım. Bunların önüne geçmek ancak düzenli beslenme alışkanlıkları ile mümkün. Depresyonun yanında bir çok ciddi hastalığa davetiye çıkaran rafine edilmiş ve işlenmiş gıdalardan uzak durarak ekmeğin kepeklisini, pirincin esmerini, sebze ve meyvenin tazesini tercih edin.

Ve herşeyin ötesinde, depresyon riskini azaltmada ve insan ömrünü uzatmada çok etkili bir yöntem olan iyimser ve pozitif bir yaklaşımı benimsemekte yarar var...


Çise Ünlüer (20 Ocak 2013)
ciseunluer@gmail.com

1/11/2013

Birinin Çöpü Başkasının Hazinesi



Bu haftaki yazımız insan hayatının devamını ve bu süreçte karşılaşacağımız tehlikeleri ortadan kaldırmayı hedefleyen diğer buluşlarla devam ediyor.

Çeşitli nedenlerden dolayı aylardır yüzleşmek durumunda kaldığımız çöp probleminin en çarpıcı yanlarından biri hastahanelerin arkasında bulunun alanlarda, gayet sağlıksız bir şekilde bekletilen tıbbi atıklar. İçinde hastanın tüm özelliklerini taşıyan bu atıklar, direk kanalizasyonlara atılarak insan ve çevre sağlığını tehdit ediyor. Asidik ve bazik etkileri ile ekolojik dengeyi bozmakla kalmayan tıbbi atıklar, canlı hayatının devamı için vazgeçilmez bir unsur olan su ve toprağın en önemli kirleticileri arasında yer alıyor. Bunu göz önünde bulunduran bir Türk girişimci, her gün kanalizasyona karışan tonlarca tıbbi sıvı atığın çevreye ve su kaynaklarına yayılmasını engelleyecek bir buluş gerçekleştirdi.

Türkiye'de tıbbi sıvı atıkların berterafı konusunda tasarlanmış, bilimsel verilere dayanan “Neutralab”, tıbbi sıvı atıkların nötralizasyonu ile dezenfeksiyonu alanında gerçekleştirilen çalışmaların bir ürünü. Neutralab’ın yaratıcıları, dezenfeksiyonda en dirençli patojenlerin hedeflendiğini ve bu şekilde diğer patojenlerin de bertarafının sağlandığını iddia ediyor. Bu yöntemin sağlık kuruluşlarında tıbbi sıvı atık kaynağı olan laboratuarlar, diyaliz merkezleri, sterilizasyon üniteleri, diş tedavi merkezleri, ameliyathaneler, ve yoğun bakım ünitelerinde kullanılmasıyla, bu noktalardan kaynaklanan enfeksiyonel hastalıkların çevreye ve su kaynaklarına yayılmasına engel olunabileceği belirtiliyor.

Neutralab, Avrupa Komisyonu tarafından 2 yılda bir düzenlenen “Sürdürülebilirlik İçin İnovasyon - Avrupa Birliği Çevre Ödülleri 2012 - Türkiye” kapsamında düzenlenen yarışmada ürün kategorisinde birincilik ödülünü de kazanarak önemli bir başarı yakaladı. Bu noktada, bu ve benzeri ürünlerin yaygın bir şekilde kullanılması için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı'nın tıbbi atıkların bertarafı konusunda sağlık kuruluşları ve diğer kirleticilere yönelik yasal tedbirler alması ve bunların uygulanması bekleniyor.

Günlük kullanım sonucu her gün hepimizin evinden çıkan sebze ve meyve atıkları, ve ülkemizde yetiştirilen hayvan gübrelerini kullanarak elektrik üretilebileceğini biliyor muydunuz? Etkilerini gittikçe daha fazla hissettiğimiz küresel ısınmayı tetikleyen fosil yakıtlardan elde edilen enerji yerine getirilen bir diğer çözüm ise organik atıklardan elde edilen biyogaz kaynaklı elektrik. Dünyada birçok farklı örneği bulunan bu alanda dikkat çeken girişimlerden biri Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi, Kocaeli Üniversitesi, Ege Üniversitesi, Süleyman Demirel Üniversitesi ve Akdeniz Üniversitesi'nin 2007 yılında imzaladığı protokolle başlayan biyogaz projesi.

Üretim Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’yle çalışan İzmit Atık ve Artıkları Arıtma, Yakma ve Değerlendirme A.Ş (İZAYDAŞ) tarafından gerçekleştiriliyor. Aslında işin sırrı, insan ve hayvanların yaşamlarını sürdürebilmek için gün boyunca ürettiği atıkların bir araya getirilmesi ve doğru şekilde değerlendirilmesinde yatıyor. Bu çalışma kapsamında, yeşil alanlardan kesilen çimler, belediye mezbahalarından getirilen işkembe içi atıklar, sebze ve meyve atıkları ile büyükbaş ve tavuk gübreleri kullanılarak saatte 330 kilovat elektrik üretebilen biyogaz ve kaliteli gübre elde ediliyor. Daha sonra çeşitli test ve kontrollerden geçen tesisin Enerji Piyasası Denetleme Kurumu (EPDK)’ndan lisans almasıyla, bitkisel ve hayvansal atıklardan elde edilen elektrik ulusal şebekeye de ulaştırılıyor.

Çöplerin doğaya zarar vermeyecek şekilde ortadan kaldırılmasını mümkün kılan bir diğer proje ise Denizli’de gerçekleştiriliyor. Özellikle insanların yoğun olarak yaşadığı şehirlerde yeşil alanların sayısının artırılmasını, ve evler ile pazar yerlerinden çıkan atıkların güvenli bir şekilde değerlendirilmesini hedefleyen belediyeler bu projeye ilgi gösteriyor. Gelin yakından bakalım...

Yeşil alanlardan kesilen çimler, budanan ağaçlar, pazarlardan çıkan meyve ve sebzelerin ilgilenilmeden boşa bırakılması halinde çürüyerek etrafa kötü koku yayması yerine değerlendirilerek kullanışlı bir kaynağa dönüştürülmesi amaç ediniliyor. Proje kapsamında, bölgedeki park, bahçe ve pazar yerlerinden elde edilen yeşil atıklar, makineler yardımıyla posa haline getirilip üzüm bağlarında ve kültür mantarı yetiştiriciliğinde gübre olarak kullanılıyor. Bu süreçte gerçekleştirilen ilk adım, yeşil atıkların belediyelerin çöp alanlarında toplanması. Burada bekletilen atıklar yaklaşık 9 hafta sonrasında kendiliğinden gübre haline geliyor. Bu şekilde her yıl yüzlerce ton organik gübre üreten belediye, bunu daha sonra üzüm bağlarında ve mantar üretiminde kullanıyor.

Geçtiğimiz aylarda ülkemizde de yaşadığımız gibi çöplerin düzenli toplanıp depolanmaması halinde ortaya gittikçe dayanılmaz bir koku çıkıyor. Oysa evsel ve sektörel atıkların tek tek ayrıştırılıp işlenmesi gerekiyor. Tabii önce insanların çöpleri ayrıştırması için bilgilendirme yapmak önemli. Bu şekilde evsel atıklar, yeşil atıklar, ve tıbbi atıklar ayrı ayrı toplanabilir. Bu atıkların canlı sağlığı üzerindeki risklerinin ortadan kaldırılması ve atıklardan elektrik üretimi sağlanması ancak bu vizyonda mümkün olabilir.


Çise Ünlüer (13 Ocak 2013)

ciseunluer@gmail.com

1/07/2013

Green Dot Ödülleri




Alanı ne olursa olsun, üniversitelerde yapılan araştırmaların bilime ve insanlığın gelişimine koyduğu katkı tartışılmaz. Geçtiğimiz hafta yüzümüzü güldüren haberlerden biri Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden geldi. ODTÜ Mimarlık Fakültesi, Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü’nde araştırma yapan bir ekip, ulaşım, mimarlık, ürün ve hizmet alanlarında yılın en sıra dışı çevreci proje ve çalışmalarını ödüllendiren, “çevre oscarları” olarak da anılan Green Dot Awards 2012 yarışmasında toplam 14 ödülün üçünü almaya hak kazandı.

Tüm dünyada giderek artan çevre bilincinin ürünler üzerindeki duyarlılığını vurgulamak amacıyla, çevre dostu bir şekilde üretilmiş seçkin ürünleri desteklemek için 2008 yılından itibaren Amerika Birleşik Devletleri'nde her yıl düzenlenen Green Dot Awards, dünyanın en prestijli ödüllerinden biri. ODTÜ adına geri dönüşüm, atık malzeme kullanımı ve sürdürülebilir enerji gibi alanlara yoğunlaşarak ödül alan projeler ise birbirinden umut verici.

“Living Pots Sürdürülebilir Yetiştirme Sistemi” şeklinde tanıtılan çalışmada, atık kereste kullanarak düşük karbon salınımı ve tamamen geri dönüşümlü yetiştirme üniteleri elde edilebileceğini, ve yalnızca ahşap üzerinde üretilebilen “shitake” isimli mantar çeşitlerinin dahi bireysel veya endüstriyel olarak yetiştirilebileceğini kanıtlayan tasarım Endüstriyel Ürünler kategorisinde ikincilik ödülü kazandı. Tasarım sayesinde bu mantar türünün yetiştirilmesi için artık ağaçların kesilmesine gerek kalmayacak ve saksılar üst üste istiflenip, endüstriyel kullanımda geniş üretimler yapılabilecek.

ODTÜ’lü takıma Ev Aletleri kategorisinde ikincilik ödülü kazandıran proje ise kapalı su döngü sistemiyle buharlaşan suyu yoğuşma ile geri kazanan, suyun ısınma süresini de azaltan, ve böylece su ve enerji korunumu alanına yenilikler getiren “Twist Su Kaybetmeyen Kettle” oldu. Aynı ekip, aynı anda iki kişinin sörf veya yelken yapabilmesine olanak sağlayan yeni bir deniz aracı sınıfı da yarattı. 4 metre 20 santimetrelik boyuyla eğitim amaçlı veya profesyonel kullanımda sosyal ve eğlenceli bir deneyimle deniz sporlarını teşvik etmeyi hedefleyen “SurfSail42 Sörf ve Yelkenli” tasarımı ile ODTÜ ekibi Ulaşım kategorisinde ikincilik ödülü kazandı. Bu yarışmada kavramsal kategoride yanşan “V-Tent Güneş Enerjili Araç Şarj ve Park Ünitesi” de mansiyon ile ödüllendirildi.

ODTÜ ile duyduğumuz gurur, dünyanın farklı noktalarında zor şartlar altında yaşamlarını sürdürmeye çalışan insanların hayatlarını biraz da olsa kolaylaştıracak buluşlarla devam ediyor. Bu alanda fark yaratan Wakawaka’yı duydunuz mu? Gelin yakından bakalım.

Dünyanın elektrik görmeyen ve mümkün oldukça gaz yağı kullanarak aydınlatılan noktalarına çok daha sağlıklı ve sürdürülebilir bir çözüm getiren icatlardan biri Wakawaka. Güneş enerjisi ile şarj olan ve bu şekilde kullanıldığı ortamlara 16 saat ışık sağlayan Wakawaka light, tehlikeli, pahalı ve çevreye zarar veren gaz yağından çok daha cazip bir seçenek. Bu ürünü kullanışlı kılan bir diğer özelliği dünyanın çok da güneş görmeyen yerlerinde bile şarj olabilmesi. Sunduğu dört farklı ışık seçeneği arasından en uygun olanını seçerek kamplarda veya acil durumlarda da Wakawaka light’ı kullanmak mümkün. Ürün, şişelerin üzerine yerleştirilerek ayaklı lamba olarak da kullanılabiliyor. Üç yıllık kullanımdan sonra pili değiştirilen Wakawaka, bundan sonraki yedi yıl boyunca sorunsuzca çalışabiliyor. Tüm avantajların yanında, Wakawaka satışları aracılığıyla “iklim kahramanı” eğitim programlarına bağışta bulunmak ve aydınlatması olmayan ailelere ışık gitmesini sağlamak mümkün.

Dünyanın, insanların enerji gibi temiz suya ulaşmakta zorluk çektiği noktalarına bir nevi “hayat” getiren projelerden bir diğeri Eliodomestico. Her yıl dikkat çeken icatları ödüllendiren TIME dergisi tarafından da yılın en iyi icatlarından biri olarak nitelendirilen Eliodomestico, aslında bir arıtım cihazı. Tasarımcı Gabriele Diamanti tarafından temiz suya ulaşımın kolay olmadığı ülkelerde kullanılmak için tasarlanmış. Güneş enerjisi ile çalışarak temiz su sağlayan cihazın her gün en yakın temiz suya ulaşmak için kilometrelerce yürüyen insanların hayatını kolaylaştıracağına kesin gözle bakılıyor.

Önümüzdeki hafta insan hayatının devamını etkileyen ve bu süreçte karşılaşacağımız zorluk ve tehlikeleri ortadan kaldırmayı hedefleyen diğer buluşlarla devam edeceğiz.


Çise Ünlüer (6 Ocak 2013)
ciseunluer@gmail.com

 
YEŞİLE DÖNÜŞ | ÇİSE ÜNLÜER | GREEN IT