2/22/2013

Adil ve Çevre Dostu Oyuncaklar




Plastik kullanımının şişmanlamaya neden olduğunu biliyor muydunuz? Harvard Üniversitesi’nde yapılan ve Çevresel Sağlık dergisinde yayınlanan bir araştırmaya göre toksinler ve yağlanma arasında kanıtlanmış bir ilişki bulunyor. Bir diğer deyişle, plastiklerde bulunan bazı kimyasallar bel bölgesinde yağlanmanın yanında obeziteye de neden oluyor. Tabii bir de daha önce de bahsettiğimiz, insanların hormon sisteminde bozukluğa neden olan plastiklerde BPA kullanımını unutmamak gerek.

BPA, yani Bisfenol A, kimya endüstrisi tarafından günlük hayatta yaygın bir şekilde kullandığımız sayısız ürünlere karıştırılsa da, vücudumuzun alışık olmadığı yabancı bir madde. Kısaca bir hatırlatma yapacak olursak, BPA, cep telefonları, su ısıtıcıları, kahve makineleri, bilgisayarlar, CD ve DVD'ler, motosiklet kaskları, diyaliz ekipmanı, diş dolgu ve protezleri gibi tıbbi malzemelerde polikarbonat şeklinde; ve metal yiyecek kutularının iç yüzeyinde epoksi resin şeklinde bulunuyor. BPA bu şekillerde zararsız ama bileşiminde bulunduğu ürünlerden serbestleşebiliyor ve sindirim sistemi aracılığıyla vücudumuza girebiliyor. Bunun en yaygın örneği, plastikten yapılmış mutfak araçlarının sıcak suyla temasları halinde BPA'nın yiyeceklerimize karışması. Bu alanda yapılan araştırmalar, bu kimyasalın insan vücudunda sadece hormonal dengeleri bozmakla kalmayıp obeziteye de neden olduklarını gösteriyor. Bunun önüne geçmenin en etkili yöntemi, özellikle mutfakta, plastikleri mümkün oldukça hayatımızdan çıkarmak.

Mutfaktaki plastik tehlikesinden bahsetmişken, aynı tehlikennin çocukların sıklıkla zaman geçirdiği oyuncaklarda da bulunduğunu vurgulamakta yarar var. Özellikle bu oyuncakların üretiminde kullanılan kurşun, ağır metaller, ve boyaların içindeki zararlı maddeler, ve plastiğin yumuşaması için kullanılan malzemelerin etkileri konuşmaya değer. Ağır metallere ek olarak farklı tür kanser ve kalıtsal hastalıklara neden olduğu bilinen zararlı maddeler de var. Bunların yanında, bu oyuncaklar, nikel ve parfüm gibi temas edildiği zaman ağır alerjilere neden olan maddeler de bulunduruyor. Avrupa Birliği’nin oyuncak yönetmeliğinde belirtilen alt sınır değerlerinin bile yeterince düşük olmadığı tartışılırken ülkemizde bu kriterlerin hiç bulunmaması düşündürücü.

Oyuncaklarda zehirli maddelerin yeri olmadığına inanıyor ve çocuklarınızı kurşun ve arsenik gibi zehirli maddelerden uzak tutmak istiyorsanız plastik yerine sağlığa zararı olmayan tahta oyuncakları tercih edebilirsiniz. Oyuncak yönetmeliği ve benzeri yasalar hazırlanmadığı sürece son derece tehlikeli zehirli maddeler içeren oyuncaklar yasalara uygun biçimde dükkânlardaki raflarda satışa sunulacak, bile bile çocuklarımızı zehirlemeye devam edecek.

Çocukların oyuncaklarından büyüklerin oyuncaklarına hareket edecek olursak... Günlük hayatımızın vazgeçilmez parçaları haline gelen cep telefonlarımızın üretimden elimize ulaşana kadar geçtikleri yolculuk telefon seçimi yaparken aklımıza gelen en son şeydir. Birçoğu Asya’nın fakir ülkelerinde çok zor şartlar altında çalışan işçiler tarafından üretilen bu telefonların aksine kimsenin hakkı yenmeden ve doğaya zarar vermeden üretilen bir telefonun varlığından haberdar mısınız?

Bu kadar olumsuzluktan sonra dünyada güzel girişimlerin de olduğunu göz ardı edemeyiz. Bunlardan biri tam anlamı ile “adil” ve “çevre dostu” olarak geliştirilen ilk akıllı cep telefonu üretimi. İçerisinde çeşitli teknik yeniliği barındırmasının yanında üretim zinciri boyunca kullanılan hammaddelerden çalışma koşullarına kadar herşeyin düşünüldüğü bu akıllı telefonlar bir telefonun üretilebileceği en adil ve sağlıklı bir şekilde kullanıcılarına sunulacak.

Hollandalı bir şirketin bu takdire değer girişiminin hikayesin Kongo’daki iç savaşla başlıyor. Normal cep telefonlarının üretiminde kullanılan “nadir elementler” kategorisinde tutulan hammaddeler genellikle iç savaşın yaşandığı ve insan haklarının tamamı ile gözardı edildiği yerlerden elde ediliyor. Bu nedenden dolayı, hammadde yönünden zengin bu metaller sektörde “çatışma metalleri” olarak da biliniyor. Bu durumda olan ülkelerden biri Kongo’da hiçbirimizin çalışmak istemeyeceği şartlar altında bahsi geçen metalleri çıkarmaya çalışan çocukların gördüğü zararı ne kadar vurgulasak az! Üstelik bu metallerin satışından elde edilen gelir silahlı çetelerin cephaneliklerini genişletmelerinde harcanıyor!

Nadir elementleri dünyaya pazarlayan en büyük market Çin’de yer alıyor. Bu metallerin çıkarılması işlemi de düşündüğünüz kadar basit değil. Sondaj kuyularından asit yardımı ile elde edilen metallerin arkasından çoğu zaman zehirli çamur kalıyor. Sonuç? Kuraklaşma ile yüz yüze kalan araziler ve zehirli maddelerle yaşamak zorunda bırakılan masum köylüler.

Bugün piyasadaki çoğu telefon üreticisi ürünlerini bir araya getirirken kullandıkları hammaddelerin tam olarak nerelerden geldiklerini, hangi şartlar altında çıkarıldıklarını bile bilmiyorlar. Bu noktaya dikkat çekmek isteyen Hollandalı şirket FairPhone, adil yollardan çıkarılmış ve satılmış hammaddeleri kullanarak tamamen sürdürülebilir yötemlerle bir araya getirilecek olan akıllı telefonunu kullanıcılarına sunmaya hazırlanıyor. Üretimin her noktasında katkı koyan çalışanların çalışma koşullarını göz önünden geçirerek bilinçli tüketicilere sunacak olan şirket, zamanla telefon sektörünü bu yönde bir değişime hazırlamak hedefinde. FairPhone, özellikle dünyanın nerdeyse her noktasında en çok tercih edilen telefonları üreten Apple’ın Çin’deki fabrikalarındaki kötü çalışma şartlarının tam tersine aynı bölgede insan haklarını ve adil çalışma ortamlarını vurgulayan bir üretim tesisi kurmayı planlıyor.


Çise Ünlüer (24 Şubat 2013)
ciseunluer@gmail.com

2/16/2013

Güneş ve Rüzgâr Enerjisinde Son Nokta




Geçen yıl bahsettiğimiz güneş kaynaklı yenilenebilir enerji projesi Desertec’i hatırlıyor musunuz? Finans devleri Munich RE ve Deutsche Bank ile enerji gruplarından E.ON ve mühendislik şirketleri ABB ve Siemens’in biraraya gelmesi ile dünyanın en büyük tek noktaya odaklı solar panel tesislerini kurmak için yapılan 400 milyar Euro’luk bütçeye sahip bir girişim olan Desertec, Kuzey Afrika’da devasa bir güneş enerjisi santrali kurma planıyla başlatıldı. Proje hayata geçirildiğinde, önumüzdeki 40 yıl boyunca Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da 100 gigavatlık enerjinin üretilmesi amaçlanıyordu.

Ancak asrın projesi olarak da nitelendirilen Afrika çöllerinin güneş ve rüzgar enerjisini elektriğe dönüştürüp Avrupa’ya nakletme planları ilk zamanlarda düşünüldüğü kadar rahat bir şekilde gerçekleşeceğe benzemiyor. Aslında 2009 yılından bu yana üzerinde çalışılan böyle büyük bir vizyonu gerçeğe dönüştürmenin kolay olmaması ve bu yolda engellerle karşılaşılması gayet doğal. Projede yer alan sanayi şirketlerinin sabırsızlanması ile, Siemens’in projeden ayrılacağını duyurması, ve Desertec’e örnek teşkil etmek için oluşturulan Fas’taki pilot projenin tehlikeye girmesi yatırımcılarda soru işaretleri uyandırdı.

Yenilenebilir enerjiye geçişte tarihi bir hamle olarak görülen Desertec projesi, uygulanabilirse, Avrupa, Yakın Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin imzaladıkları yenilenebilir enerjinin sınır ötesine naklini düzenleyen ilk anlaşma olacak. Üye olan ülkelerden Almanya, İtalya, Fransa, Lüksemburg ve Malta anlaşmayı imzalayacaklarını duyurmuş olmalarına rağmen proje için önemli bir konumda yer alan İspanya kararsız davranıyor. Oysa Fas’tan gelen elektrik hatlarının Avrupa’ya ulaştığı esas ülke İspanya. Bu tereddütün gerçek nedenleri arasında ülkenin mali sıkıntı içerisinde olması ve Fas’a bugün elektrik sattığı için yeni bir düzenin işine gelmemesi yer alıyor.

Desertec projesinin ilerlemesine sadece zaman kaybı değil başka zorluklar da engel oluyor. Bunların başında çöl elektriği projesine yoğunlaşan Desertec Sanayi İnisiyatifi'ne üye olan özel şirketlerle uluslararası kuruluşların ve münferit devletlerin çıkarlarının ortak paydada buluşturulmasında çıkan sorunlar geliyor. Örneğin projenin en büyük Alman ortakları arasında gelen E.ON, Schott Solar ve Deutsche Bank projenin gerçekleşememe ihtimalini göz önününde bulundurmaya başladı. Hatta Siemens bir adım daha ileriye giderek Desertec’e tamamı ile sırtını dönmeye karar verdi ve yıl sonunda projeden ayrılacağını açıkladı. Siemens’in bu haberine karşılık veren Çin'in en büyük kamu elektrik dağıtım şirketi State Grid Corporation of China ile, Desertec'in dış ortaklarından Amerikan güneş paneli imalatçısı First Solar projedeki ağırlıklarını arttırmak için çalışmalara başladı.

Avrupa Fotovoltaik Endüstrisi Derneği tarafından yapılan bir açıklamaya göre, güneş enerjisi kullanım kapasitesi 2012 yılında 30 gigavatlık artış yaşayarak dünya genelinde 101 gigavata yükseldi. Herşey yolunda giderse, Afrika'dan Avrupa'ya nakledilen çöl elektriği sayesinde 2050 yılında bütün bölge ülkelerinin toplam ihtiyacıyla Avrupa'nın elektrik ihtiyacının yüzde yirmi (20%)'si Desertec tarafından karşılanacak.

Tabii dünyada gerçekleşitirilen tek yenilenebilir enerji projesi güneş odaklı değil! Yenilenebilir enerji piyasasında en az güneş kadar önemli bir yer tutan rüzgâr enerjisi de umut verici boyutlara ulaşıyor. Avrupa Rüzgâr Enerjisi Birliği (EWEA)’ya göre Avrupa Birliği’nin kurulu rüzgâr enerjisi kapasitesi 100 gigavatı geçti. Bu miktar yaklaşık 40 nükleer santral üretimine veya 11310 kilometre uzunluğunda kömür yüklü bir trenden elde edilecek enerjiye denk geliyor. Küresel Rüzgar Enerjisi Konseyi de, 2011’de 238 gigavatlık kapasiteye sahip olan rüzgar enerjisinde, 44 gigavatlık bir artışla, 282 gigavattlık bir kapasiteye erişildiğini belirtti. Özellikle yenilenebilir enerjilerin kömür ve doğalgaza göre daha ucuz olduğu ülkeler bu konuda örnek teşkil ediyor. Örneğin, Avustralya’da kömür enerjisi kilovat başına 143 Avustralya doları, doğalgazın maliyeti kilovat başına 116 Avustralya dolarına gelirken, rüzgâr tribünlerinin maliyeti ise kilovat başına sadece 80 Avustralya doları.

AB’nin her yıl yaklaşık 10 gigavat artan kurulu rüzgâr enerjisi kapasitesinin yaşanan siyasi belirsizliklerden dolayı önümüzdeki yıllarda daha az artması bekleniyor. Bugün kurulu kapasitenin esas kısmı karada kurulu rüzgâr santrallerinden oluşsa da, ağ ve finansman altyapısı oluşturulabilirse, okyanuslarda kurulacak santrallerle mevcut kurulu kapasitenin kat kat artırılabileceğine kesin gözle bakılıyor. Ancak karadakilere kıyaslandığı zaman denizde kurulan rüzgâr değirmenleri yaklaşık üç kat daha yüksek maliyetlerle kuruluyor.

Rüzâr enerjisi alanında güzel bir haber de Japonya’dan geldi. Geçtiğimiz yıl nükleer bir felaketle karşı karşıya kalan Fukuşima’ya nükleerin yerini alması için rüzgâr çiftlikleri kurulması planlanıyor. Japon Enerji Bakanlığı, Fukuşima kıyısında 16 kilometrelik bir alana kurulacak 143 rüzgâr türbininden 1 gigavatlık enerji üretileceğini açıkladı. İnşaatına 2020 yılında başlanacak olan bu santral dünyanın en büyük rüzgâr santrali olacak. İşin güzel yanı, Japon hükümeti, halkının ihtiyaç duyduğu enerjiyi sağlamak için sadece rüzgâr enerjisine bağlı kalmıyor ve bir yandan da ülkenin en büyük solar çiftliğinin kurulması için hazırlıklar yapıyor.


Çise Ünlüer (17 Şubat 2013)
ciseunluer@gmail.com

2/08/2013

Teknoloji ve Tasarımda Yenilikler




Geçtiğimiz hafta giriş yaptığımız TIME dergisinin her sene dünyayı değiştiren icatları belirlediği listeye, bu hafta yine birbirinden önemli farklı girişimlerle devam ediyoruz. Gelin, hepimizin ilgisini çekebilecek ve yakın geleceğimizi etkileyeceğine kesin gözle bakılan bu girişimlerden birkaçına daha birlikte bakalım...

Derginin listelediği buluşlar arasında, teknoloji kategorisinde birbirinden ilginç girişimler dikkatimi çekti. On yıl kadar önce okullarda popüler olan sanal bebekleri hatırlıyor musunuz? Hani acıkınca yemek yedirdiğimiz, uykusu gelince uyuttuğumuz, ölünce de üzüldüğümüz dijital bebekler, 1996 yılında hayatımıza girmiş, kısa zamanda her çocuğun elinde bitivermişti. Bu bebekleri üreten Bandai şirketi şimdi benzeri bir uygulamayı telefonlara taşıdı. Akıllı telefonlara indirilen Tech Pet uygulaması sayesinde robot köpek bedenine monte edilen telefonlar aracılığı ile ekrana dokunarak bu robot köpekleri beslemek mümkün. Hatta birden fazla Tech Pet alırsanız bu köpekleri birbiri ile iletişime geçirmek dahi mümkün. Japonya’da yok satan Tech Pet’ler, çocukluğumuzda popüler olan sanal bebeklerin aksine iyi bakılmadıkları zaman ölüp de sahiplerini üzmüyorlar.

Bu yıla damgasını vuran icatlardan bir diğeri 2.5 santimetrelik incecik sensoruyla mükemmel fotoğraflar elde eden Sony RX100. Gittikçe daha da küçülen ve hafifleyen diğer elektronikler gibi fotoğraf makinelerinin de bu eğilimi takip edeceğini bilen Sony, bu yeni ürünü sayesinde diğer dijital SLR kameralardan yaklaşık yüzde yirmi (20%) daha ince. Bu da, toplu olarak daha az ürün kullanımı ve doğal kaynakların daha az zarar görmesi anlamına geldiğinden mutlu edici bir haber.

Bu yıl elektronikte bir diğer önemli girişim ise bir araştırma ve geliştirme projesi olan “Google Glass”. Kısaca özetlemek gerekirse bir gözlük içerisine yerleştirilmiş akıllı bir telefon gibi görev yapan bu aletin 2014 yılında ilgilenen kullanıcıları ile buluşması hedefleniyor. İlk bakışta normal bir gözlük gibi görünen patentli Google gözlükleri, normal gözlüklerde camların bulunduğu kısma görüntüyü yansıtan ekranların yerleştirilmesi ile meydana geliyor. Bu gözlükler, eller kullanılmadan, sadece ses komutaları ile çalışarak Google’un Android sistemini kullanacak. Google’un 2012 yılından itibaren piyasaya çıkarmak üzere test ettiği gözlük ekranlarının, ilerideki günlerde normal gözlüklere de yerleştirilerek bu gözlüklerin de akıllı telefonlara benzeyen teknoloji ile donatılabileceği konuşuluyor.

Tasarım alanında geliştirilen bir diğer ürün Nike tarafından kumaş ve benzer malzemeleri kesip biçerek oluşturulan ayakkabıların tersine tek bir iplikle örülen yeni model ayakkabılar oldu. “Flyknit” adı verilen bu yeni ayakkabılar sadece 160 gram olduğundan ayağa çok iyi uyum sağlamasının yanında gayet hafif. Ama bana sorarsanız, en güzel özelliklerinden biri, piyasadaki diğer spor ayakkabılarına göre malzeme israfını ve atık madde miktarını yüzde seksen (80%)’e kadar azalttığı için daha çevre dostu olması.

Goodyear’ın bu yıl ürettiği hava basıncını kendi kendine farkedip ayarlayan lastikler de görmeye değer. Kullanım boyunca hava basıncı düşer düşmez, içerilerindeki basınç düzenleyici aracılığıyla dışardaki hava, pompalama tüpüne doluyor. Bu hava, lastik döndükçe düzleşen kısımların pompalama tüpünden lastik içerisine girerek burdaki basıncın normale dönmesini sağlıyor. Lastiğin havası en uygun seviyeye geldiği zaman da basınç düzenleyici kapanıp devreden çıkıyor. Özellikle tüm bu işlemin sürücünün hiç farkında olmadan yapılması gayet cazip olduğundan bu lastiklerin yüksek talep görmesi bekleniyor.

Yılın bir diğer önemli tasarımı NASA’dan geldi. Ürettiği Z-1 uzay giysisi sadece astronotları hayatta tutmaya yaramıyor, kullanıcılarına maksimum esneklik sağlıyor ve radyasyondan da koruyor. Ancak bu giysinin en çok dikkat çeken yanı sırtındaki bir parçanın uzay aracına takılabilmesi ve bu şekilde astronotun uzaydaki koşullar ne olursa olsun dışarıya çıkabilmesi. Diğer bir deyişle, Z-1 giysisini kullanan astronotlar “uzaylı” gibi çıktıkları yolculukta rahatlıkla uzayın gerçek ortamını tecrübe edebilecek.


Çise Ünlüer (10 Şubat 2013)

ciseunluer@gmail.com

2/01/2013

Yılın En İyi İcatları




TIME dergisi, her yıl dikkat çeken icatları onlar için hazırladığı özel bir ekle ödüllendiriyor. İnsanlığın gelişimini yakından etkileyerek geçtiğimiz yıla damgasını vuran bu icatları sağlık, teknoloji ve tasarım alanlarında ayrı ayrı incelemek mümkün. Gelin bu girişimlerin bazılarına yakından bakalım.

Sağlık alanında ilgi çeken girişimlerle başlayacak olursak... Konuşma ve işitme engelli insanların kullandığı işaret dilini bilmeyen insanların bu sorunu yaşayan insanlarla iletişim kurabilmesini mümkün kılan “Enable Talk” eldivenleri, Time dergisinin listesine girmeyi başardı. Eğitim gördükleri üniversitedeki konuşma ve işitme engelli sporcuların takım arkadaşları ile iletişim kurmakta zorlandıklarını gözlemleyen Ukraynalı dört öğrenci, geliştirdikleri ürünle sesi çıkmayanlara adeta ses veriyor. Bahsi geçen eldivenler işaret dilini anlayarak yorumluyor ve akıllı telefonlara yazılı metin şeklinde gönderiyor.

Bugün HIV gibi ciddi enfeksiyonların vücutta bulunup bulunmadığını anlamak için hastanelerde test yaptırmak ve sonuçların çıkması için belli bir süre beklemek gerekiyor. Bu testler hem zaman kaybı hem de stresli olmakla birlikte, sağlık hizmetlerine maddi açıdan bir yük teşkil ediyor. “OraQuick” şeklinde isimlendirilen yeni bir alet sayesinde, evinizin rahat ortamında, bir damla tükrük kullanarak birkaç dakikada HIV enfeksiyonları için test olmak mümkün. Herhangi bir sağlık kuruluşunda uygulanan tekniklerin aynısını kullanan “kendin yap” modelindeki bu testle birlikte gelen bilgilendirmede, test sonuçlarının pozitif çıkması durumunda danışabileceğiniz 24 saat açık yardım hattı numaraları da veriliyor.

Gelelim akademik bir ortamdan çıkan bir diğer icata. Massachusetts Institute of Technology (MIT) ögrencilerinin komandolarla birlikte yürüttükleri bir araştırma sonrasında geliştirilen tenis topu benzeri bir alet, akla gelenden çok daha fazlasını yapabiliyor. Yanan binalara müdahele etmesi beklenen itfayecilerin veya gerektiğinde baskın yapmak durumunda olan polislerin bu binalara girmeden içerisini görebilmesini sağlayan bu cihaz üzerinde altı kamera bulunduruyor. Kameralar bina içerisindeki ortamın sadece fotoğrafını çekmekle kalmıyor, cihaz üzerindeki sensorler sayesinde sıcaklık ve radyasyon gibi kritik ölçümleri, bu çalışanların hayatını riske atmadan ölçebiliyor.

Teknoloji alanında insan hayatını değiştiren birçok ürünün geliştirildiği MIT’de okuyan bir grup öğrenci ve profesörleri, cam, seramik, ve plastik yüzeylerde normalinden daha fazla kayganlık sağlayan bir ürün geliştirdi. “LiquiGlide” ismi verilen bu bitki temelli madde sayesinde, şişeden dökülmeyen ketçap veya kanatları buzlandığı için vaktinde kalkmayan uçak seferleri gibi sorunların ortadan kalkması hedefleniyor.

Ülkemizde de zaman zaman kolay erişemediğimiz temiz su, özellikle su kaynaklarına ulaşımın güç olduğu üçüncü dünya ülkelerinde yaşayan insanların hayatını derinden etkiliyor. Bu ülkelerdeki insanların temiz içme suyuna erişimini kolaylaştırmak amacıyla yola çıkan tasarımcı Gabriele Diamanti, güneş enerjisiyle çalışan ve deniz suyunu basit bir işlemle içme suyuna dönüştüren artım cihazı “Eliodomestico”yu geliştirdi. Bugün piyasada olan benzerlerine kıyasla çok daha az bir miktara mal olan Eliodomestico, yaklaşık yüzde yetmiş (70%) daha verimli çalışıyor, çalıştığı süre boyunca elektriğe gereksinim duymuyor, filtre içermiyor ve çevreye hiçbir zarar vermiyor. Üstelik tasarımın açık kaynaklı olması, yerel üreticielerin ürünü istediği gibi geliştirmesi ve kullanmasına olanak sağlıyor. Günde 5 litre içme suyu üretebilen Eliodomestico’nun altında bulunan ayrılabilen tabanı, kolayca çekerek çıkarılıp içinde üretilen temiz su ile birlikte taşınabilecek şekilde tasarlanmış. Bu ürünün en güzel yanlarından bir diğeri ise basit tasarmının gerçeğe dönüşmesinde, fakir ülkelerde sıklıkla bulunan malzemelerin kullanılmış olması.

Ülkemizdeki sıcaklıkları aratmayan Abu Dhabi’de yaz aylarında binaları serin tutmak için geliştirilen bir teknoloji bu sene dikkat çekenler arasında yerini aldı. Güneş’in açısına ve hareketine göre açılıp kapanan panjurlar sayesinde dışarıdaki sıcaklığın yarısından fazlası içeriye giremiyor. Bu şekilde hem iç mekanlarda aşırı sıcaktan uzak rahat bir ortam yaratılıyor, hem de klima kullanımı azaltılmış oluyor. Bu teknolojinin çevreye olan yararı, her yıl havaya salınan tonlarca karbon emisyonunda sağladığı düşüş şeklinde ölçülebilir.

Önümüzdeki hafta teknoloji ve tasarım alanlarında yılın en iyi buluşları olarak nitelendirilen diğer girişimleri inceleyeceğiz.


Çise Ünlüer (3 Şubat 2013)
ciseunluer@gmail.com

 
YEŞİLE DÖNÜŞ | ÇİSE ÜNLÜER | GREEN IT