10/18/2013

(Kırk) Yediden Yetmişe



Grönland, İzlanda, Antarktika, Alaska, ve Alpler... iklim değişikliği gerçeğinin en büyük kanıtları!

Dünyanın büyük bir kısmını kaplayan buzullar göz göre göre ortadan kayboluyor. Bu değişimleri gözlemlemek amaçlı buzul kıyılarına yerleştirilen güneş enerjisi ile çalışan fotoğraf makineleri, normal şartlarda oldukça yavaş gerçekleşen buzul hareketlerinin, iklim değişikliğine bağlı olarak çok daha hızlı gerçekleştiğini kanıtlıyor.

Buzulların bilim dünyasında nefes alan ve hareket eden varlıklar olarak değerlendirildiğini biliyor muydunuz? Kış aylarında yağan karla büyüyen, bu zamanlarda nefes alan buzullar; yaz aylarında erir ve nefes verir. Buzullar, üzerlerindeki yük ağırlaştıkça akmaya başlar ve bu şekilde hareket eder. Hareket etmeyen buz yığınları buzul olarak nitelendirilmez. Sanayileşme öncesi zamanlarda, yakınlarındaki yerleşim yerlerini tehdit ettikleri için bu noktalarda yaşayan insanların korkulu rüyası olan buzullar, yirminci yüzyılda turisterlerden rağbet görmeye başlar.

Bu alanda yıllardır toplanan veriler, dünyanın farklı noktalarının geçmişte küçük ve büyük buzul çağlarından geçmiş olduğunu gösteriyor. Bu da yer yüzündeki iklimin büyük değişimlerden geçerek çok farklı haller alabileceğini kanıtlıyor. Ancak geçmişle bugün arasındaki en büyük fark, insanların iklim değişikliğinde oynadığı büyük rol! Bugün dünyada insanlar olmasa veya iklim sadece doğanın kontrolünde olsa, birkaç bin yıl sonra yeni bir buzul çağının yaşanabileceğini biliyoruz. Ancak bizim takip ettiğimiz, ve dünyadaki tüm gaz, kömür, ve petrol gibi yakıtların atmosfere karışmasını içeren yol, buzulların eriyerek yok olmasını da beraberinde getiriyor.

Geçtiğimiz hafta, yüzde doksan beş (95%)’inden insanların sorumlu olduğu küresel ısınmanın yakın gelecekte bizi nasıl etkileyeceğine değinmiştik. Diyelim bildiğimiz gibi yaşamaya, yani yıllardır sürdürdüğümüz alışkanlıklarımızla dünyaya zarar vermeye devam ettik. Sonuç? Hızla yaklaşan bir son! Sera gazlarının önüne geçmez veya farklı girişimlerle salınım miktarlarını azaltmazsak, biyolojik ve sosyal açıdan kritik bir dönüm noktası bizi bekliyor.

Sera gazlarının atmosferdeki miktarlarının kontrolsüz bir şekilde artması ile gittikçe artan etkilerini hissettiğimiz küresel ısınmanın, insanların yoğun bir şekilde yaşadığı şehirleri yakından etkileyeceğine garanti gözle bakılıyor. İklim değişikliğine neden olan insan aktivitelerinde hiçbir gerileme sağlanmadan devam edilmesi durumunda, atmosferdeki sıcaklık artışının 21. yüzyılın ortalarında rekor seviyelere ulaşması ve dünyadaki birçok şehrin 2047’de yaşanmaz hale gelmesi bekleniyor.

Bu değişimden en çok dünyadaki tropikal bölgelerin etkileneceği öngörülüyor. En çok tehlike altında görülen şehirlerden Mexico City’de 2031’de, Jakarta ve Lagos’da 2029’da, Bogota’da ise 2033’te insan yaşamının devam etmesi çok zor bir hal alabilir. Özellikle canlıların dünyadaki varlığı üzerinde büyük etkiye sahip olan Amazonlar gibi büyük ormanlar ve milyonları besleyen balıkların yetiştiği mercanların en büyük tehlike altında olduğu belirtiliyor. Bu durumda karşılaştığımız yol ayrımında iki seçeneğimiz var: ya küresel ısınmaya adapte olacağız ya da dünyadaki varlığımızın hızla yok olmasına göz yumacağız.

İklim modellemelerinden yola çıkan bilimsel araştırmalar, yakın gelecekte yaşayacağımız fiziksel etkilerin analizini gözler önüne sunuyor. Gerçekçi bir yaklaşım benimseyen bu çalışmalar, sera gazlarının atmosfere salınım oranlarının küresel çapta yapılacak girişimlerle gerçek anlamda azalması halinde bile dünya üzerinde beklenen sıcaklık artışının ancak 25 yıl kadar ertelenebileceğine dikkat çekiyor. Bir diğer deyişle, 2047’de yaşanması beklenen kriz durumu, en fazla 2070’li yılların başına kadar geciktirilebilir. İlk bakışta çok da uzun görünmeyen bu süre, insanların iklim değişikliğinin getirilerine ayak uydurması ve dünyadaki canlı varlığının devamlılığını sağlaycak teknolojileri geliştirmesi için gayet kritik bir rol oynayabilir!

Peki bütün bunlardan çıkarmamız gereken sonuç ne? Bulunduğumuz noktada iklim değişikliği her ne kadar “kaçınılmaz” olsa da, sera gazlarını atmosfere yaymaya devam ettiğimiz her an geleceğimizden çalıyoruz. Dünyadaki varlığımızın devamı için bu alanda atılacak her çevreci adımın çözüm geliştirme yolunda bize zaman kazandıracağından, ve çok yakın gelecekte bizi bekleyen değişen iklim koşullarına uyum sağlamamıza katkı koyacağından emin olabiliriz!


Çise Ünlüer (20 Ekim 2013)
ciseunluer@gmail.com

0 yorum :

Post a Comment

 
YEŞİLE DÖNÜŞ | ÇİSE ÜNLÜER | GREEN IT