1/20/2014

GDO’lardan Kaç Kaçabilirsen



En sık görülenler mısır, soya, pamuk, ve kanola olmak üzere yüzlerce GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizma)’lı ürün içeren gıdayı her gün bilerek veya çoğu zaman farkında olmadan tüketiyoruz! Genetiği ile oynanmış, bir diğer değişle “genetiği değiştirilmiş” yiyeceklerin oluşumunda, bir türün genetik özellikleri kopyalanarak, bu özelliklere sahip olmayan başka bir türe yerleştiriliyor. Ne kadar zekice değil mi? İşin gerçek yüzü aslında gayet düşündürücü!

GDO’ların bugün insan sağlığı için tam olarak ne anlama geldiğini anlamak istiyorsak, biraz geçmişe, bu teknolojinin bugünlere nasıl geldiğine bakmakta yarar var. 1972 yılında Amerikan biyokimya profesörü Paul Berg’in bir virüsten elde ettiği bir geni başka bir virüse aktarması ile DNA’in ilk kez yapay bir genetik modifikasyonla değiştirilmesi gerçekleşir. Berg, daha sonra rekombinant DNA teknolojisi alanındaki çalışmalardan dolayı 1980 yılında kimya dalında Nobel ödülüne layık görülür. Berg’in virüsler üzerindeki bu çalışmaları diğer araştırmacıları da yakından ilgilendirir ve genetiği değiştirilmiş bakteri, bitki, balık, böcek, ve daha sonra memeliler araştırma dünyasında yerini alır.

80’li yıllardan itibaren genetik mühendisliği alanında elde edilen ilerlemeler sayesinde temeli oluşan modern biyoteknoloji, 1980 yılında ham petrolü parçalamak için genetik yapısını değiştirdiği bir mikrop geliştiren Dr. Ananda Chakrabarty’nin, bu buluşunu uzun bir mahkeme sürecinden sonra patentlemesi ile hız kazanır. Chakrabarty’nin yarattığı “petrol yiyen” bakteri, dünyada patent alan ilk canlı ogranizma olarak tarihte yerini alır. Daha sonra dünyanın farklı noktalarında meydana gelen petrol sızıntılarının temizlenmesinde kullanılan bu bakteri, genetik mühendisliğinin etik, çevresel, sosyal, ekonomik, ve siyasi anlamda ele alınması gerektiği gerçeğini de belirginleştirir.

GDO’ların gıdalara ulaşması ise 1990’ların başında Flavr Savr adı verilen genetik yapısı ile oynanmış ilk domatesin, çok düşünülmeden verilen gerekli onaylamalardan sonra 1994 yılında tüketime sunulması ile gerçekleşir. Flavr Savr domatesi normal domateslere benzer renk ve tatta olup onlar kadar hızlı yumuşamayan, dayanıklı bir yapı sergiler. Bu domatesin arkasında, bugün dünyanın en büyük kimya, tarım, ve biyoteknoloji şirketlerinden olan, detaylarına daha sonra gireceğimiz Monsanto’nun tüm hisselerini satın aldığı Calgene şirketi bulunuyordu.

Flavr Savr domatesinden bugüne GDO’lu yiyecek sektörü büyük bir patlama yaşadı. Gıdalar üzerinde yapılan genetik oyunları domateslerle sınırlı kalmadı ve hızla mısır, pamuk, ve patates gibi tüm insanların sıklıkla tükettiği sebzelere kadar uzandı. Bugün ürettiği işlenmiş gıdaların yüzde yetmiş beş (75%)’i GDO’lu ürün içeren ABD’den sonra Kanada, Arjantin, ve Çin, GDO’lu gıda sektöründe başı çekiyor. Amaç, sorun çıkaran genlere müdahele ederek kimyasal ilaçlar ve böceklere karşı daha dirençli, uzun ömürlü, üretim maliyeti düşük, kusursuz – evet yanlış okumadınız – “kusursuz” ürünler yetiştirmek!

GDO savunucularının en büyük iddialarından biri olan açlık sorununa getirdikleri “çözüm”, genetik müdahele ile daha fazla ürün elde edilebileceği fikrine dayanıyor. Ancak 90’lı yılların başından itibaren hayatlarımızda olan GDO’lu yiyeceklerin herhangi bir açlık sorununu gerçek anlamda çözmediği gibi, hergün sayısı artan sağlık sorunlarına neden oldukları bugün dünya haberlerini biraz olsun takip eden herkes için apaçık ortada! Bu alanda yapılan tüm araştırmalar, genetiği değiştirilmiş yiyeceklerin insan sağlığı için büyük risk olduğunu ortaya koyuyor. Peki bu riskler tam olarak neleri içeriyor? Zehirlenmeden başlayarak alerjiler, kısırlık, metabolizmada bozukluklar, ve hücre oluşumunu etkileyen ciddi hastalıkların tümü listede mevcut.

Yakın coğrafyamıza bakacak olursak, gerekli denetimlerin düzgün bir şekilde yapılmadığı Türkiye’de GDO içeren tarımın boyutları tam olarak belli değil. Ancak GDO’lu bitkilerin ülkeye girdiği ve senelerdir gıda sektöründe kullanıldığı biliniyor. Bu belirsizlikte GDO’lu gıdaları sofranıza sokmak istemiyorsanız, GDO içerdiğine kesin gözle bakılan soya, mısır, kola ve meyve suları, sosis, salam, sucuk, et suyu tabletleri, süt tozları, çikolatalı ürünler, fıstık ezmeleri, hazır çorbalar, ve benzeri ürünlerden uzak durmakta yarar var!

Önümüzdeki hafta GDO’lu yiyeceklerin bugüne kadar gelmesinde büyük rol oynayan Monsanto'yu yakından inceleyecek,  GDO teknolojisinde son yapılan araştırmalara değineceğiz.


Çise Ünlüer (19 Ocak 2014)
ciseunluer@gmail.com

0 yorum :

Post a Comment

 
YEŞİLE DÖNÜŞ | ÇİSE ÜNLÜER | GREEN IT