Japonya’yı vuran Fukuşima deprem ve tsunami felaketinden sonra, nükleer santrallerinden çıkan sızıntı ile başetmeye çalışma çabası dünyanın her noktasında ses uyandırdı. Radyasyonun içme suyu ve yiyeceklere bulaşmış olması etkilenen bölglere yakın yaşayan insanların sağlığı için endişe uyandırıyor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından yapılan yeni bir araştırmaya göre Fukuşima'daki nükleer felaket sonrası santrallerin 20 km çevresinde yaşayanlar arasında kanser hastalığının görülme oranında yüzde otuz (30%) artış gözlemlendi. Hatta santrallerdeki arızadan dolayı etrafa yayılan radyasyonun çevredeki kelebekleri mutasyona uğrattığı bile daha önceleri bölgeden gelen haberler arasındaydı. Bölgede kelebek yetiştiren ailelerin gözlemlerine göre, bölgedeki toplam kelebeklerin yüzde elli (50%)’sinden falza bir kısmının kanatlarında küçülme ve gözlerinde şekil bozukluğu ortaya çıktı. Bu gözlem Ryukyu Okinawa Üniversitesi’nde yapılan araştırmalar kapasmında da kanıtlandı ve bu çalışma sonrasında Fukuşima Daicii Nükleer Santrali'nden sızan radyasyonun kelebeklerin genlerinde bozukluğa neden olduğu açıklandı.
Fukuşima felaketinden ders alarak 17 nükleer santralinden en eski sekizini kapatan, 2022’ye kadar da kademeli olarak nükleer enerjiden vazgeçmeye karar veren Almanya, diğer Avrupa ülkeleri ve tüm dünyaya örnek olacak bir adım attı. Bu durumda geriye kalan, ve etkisi 250 milyon yıl sürebilen yüksek radyoaktiviteye sahip 17 bin ton atığın güvenli olarak saklanması bugünlerde en çok konuşulan konulardan biri.
Getirilen esas çözüm, nükleer atıkların ülkenin dört farklı noktasındaki tuz madenlerine gömülerek saklanmasına yoğunlaşıyor. Yerin nerdeyse 1 kilometre altına konulacak yanmış yakıt çubuklarının güvenli bir yerde saklanması tüm insanlığın geleceği açısından büyük önem taşıyor. Bu noktada Mersin Akkuyu’da planlanan nükleer santralin neden olacağı atıkların nasıl güvenli bir şekilde saklanacağına dair hiçbir kapsamlı açıklama yapılmamış olması gerçekten düşündürücü. Birara bu atıkları Rus firmanın götüreceğini veya Türkiye’nin satın alabileceğini belirten hükümetin bu basit açıklamasından bile, Almanya gibi sistemli çalışan bir ülkenin dahi 30 senedir uğraşmasına rağmen henüz tam anlamı ile çözemediği, gayet ciddi planlama gerektiren nükleer atık konusunu hiç de iyi düşünmediği aşıkar!
Tuz madenlerini 250 milyon yıl boyunca radyoaktif etkisi devam eden 17 bin ton nükleer atığı saklamak için ideal kılan esas nokta, uzun vadede güvenli bir saklama yöntemi sunduklarına inanılması. Aslında bu konuda araştırma yapılıyor olmasına rağmen henüz kesin bir çözüm mevcut değil. İşin ürkütücü yanı, atıkların nasıl saklanacağı, nükleer santraller yapılmadan düşünülmemiş olması. Yani bir nevi iniş pisti yapmadan uçmak gibi birşey!
Yerin metrelerce altında, radyoaktif sızıntı durumunda dahi etrafa yayılmasını engelleyecek jeolojik yapılar olan tuz madenlerinden başka dünyada henüz kesin bir depolama yeri bulunmuyor. Düşünülmesi gereken bir diğer nokta bu atık saklama noktlarının güvenliliği. Depoların her noktasına yerleştirdiği elektrikli teller, kameralar ve yüksek duvarlarla, Almanya bu konuda iyi bir adım attı. Her birinin fiyatı 2.5 milyon Euro olan, “Castor” isimli dev çelik varillerde geçici olarak bekletilen nükleer atıklar, tuz tepkimesi ölçümlerinden alınan bilgiler ışığında madenlerin geleceği kesinleşene kadar bu ara depolarda güvenli bir şekilde saklanıyor. Bu süreç boyunca, jeolojik süreçleri göz önünde bulunduran mühendisler, geçmişte yaşanan buz devirlerini ve iklim değişikliğinin ilerideki etkilerini de hesaba katmak durumunda.
Nükleer sızıntı olayları aslında dünyanın her yerinde sık sık gerçekleşiyor. Yeraltındaki tanklardan sızan radyoaktif maddelerin canlı sağlığı üzerindeki etkileri ya tam olarak bilinmiyor ya da bilinse de insanları ürkütmemek için açıklanmıyor. Hiçbir zaman yüzde yüz güvenli olmayacağını bildiğimiz halde nükleerin üstüne gitmemiz de bir o kadar daha düşündürücü. Almanya’da nükleer atıkların taşınacağı günün tarihi etraftaki yerli halktan saklanıyor çünkü yenilenebilir enerjiye yönelmeyi tercih eden halk nükleer enerji kullanımını protesto etmek için sokakları dolduruyor, kendilerini tren raylarına bağlıyor, ve atık taşıma işlemini zorlaştırıyor.
Biraz yakına, kendimize bakacak olursak, özellikle yılın çoğu zamanında güneş gören Türkiye gibi uzun sahillere ve güçlü rüzgarlara sahip bir ülkenin enerji talebini karşılamak için yenilenebilir enerji yerine nükleere yönelmesi gerçekten anlamsız. Üstelik uranyum ithalatından dolayı dışarı bağımlı olmamamız şu an imkansız. Her ne kadar bugüne kadar nükleer enerjiye bağımlı olsa da, sahip olduğu kaynaklar açısından çok da zengin olmayan Almanya, bugün toplam elektrik ihtiyacının yaklaşık dörtte birini yenilenebilir enerjiden karşılayarak enerji dönüşümünde yeni teknolojileri ile dünyanın öncüsü olarak yaşananlardan ders aldığını kanıtlıyor. Hedefte ise 2020 yılına kadar elektrikte yenilenebilir enerjinin payını yüzde otuz beş (35%)'e, 2050'de ise yüzde doksan beş (95%)'e çıkarmak var. Bu şekilde iklimi değişikliğini yavaşlatarak 2020'ye kadar sera gazı salınımının yüzde yirmi (20%) miktarında azaltılması hedefleniyor.
Uzun vadeli enerji dönüşümünün iklimi koruma, yenilenebilir enerji, ama en önemlisi enerji tüketiminin azaltılması ve enerji verimliliği ile mümkün olabileceğini düşünen insanların sayısının artması tek ümidimiz. İnsanın olduğu her yerde hata olacağını unutmadan, nükleer enerji gibi tehlike ve riskleri tam olarak bilinmeyen bir yola girmek yerine çok daha az riskli yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelebiliriz.
Çünkü nükleeri destekleyerek, geleceğimizden vazgeçiyoruz...
Çise Ünlüer (10 Mart 2013)
ciseunluer@gmail.com
0 yorum :
Post a Comment